Eymür Köyü
  Eymürname
 
EYMÜRNAME - NURİ KAHRAMAN




Nuri Kahraman`ın Web Sitesine Ulaşmak İçin Buraya TIKLAYIN

 Güzel köyüm; sana hep gelebilecek miyim?

Çeşit çeşit meyveler yiyebilecek miyim?

Kahramanoğlu Eyüp, Melikoğlu Âsım’ın

Nüktelerini anıp gülebilecek miyim?

 

Hekimoğlu Durmuş’u unutmak olur mu hiç?

Hepsi rahmetli şimdi, Lütfi Karaca hâriç

Hepimiz karikatür, ne dış kaldı ne de iç

Meliye Yengeyle çene çalabilecek miyim?

 

İlkokuldayken gelir, bayılırdım sesine

Kapılırdım hutbede “ye’muru” nağmesine

Gitmektedir şimdi o câminin neresine?

Ziyâ Hoca’yla namaz kılabilecek miyim?

 

Adını atalardan, şanlı târihten almış

Eymür denen bir oymak gelmiş burada kalmış

Eymürlüler mayayı en güzel yere çalmış

Ecdâda lâyık evlât olabilecek miyim?

 

Hoca Ahmed Yesevî müridlerinden biri

Hasan adlı âlperen gelip seçmiş bu yeri

Onunla filizlenmiş burda Eymür gülleri

Şimdi varsam kabrini bulabilecek miyim?

 

Köy, hayâtın romanı; masalı, hikâyesi

Çamurumun toprağı, hamurumun mâyesi

Her, ne anlatıyorsak, hep onun sermâyesi

Eşsiz hâtıralara dalabilecek miyim?

 

İlk ezanlarımı okudum ağaçlarında

İlk kızaklarımı kaydırdım yamaçlarında

Kısa dalga konserler verdim dal uçlarında

Yine o nağmelerden çalabilecek miyim?

 

Hûriye Yenge burda, Fikriye Yenge şurda

Şükriye Yenge’mizin eli dâim hamurda!

Analar durur mu hiç bunca nüfus olur da?

Sac üstlerinde glik bölebilecek miyim?

 

Tam on kardeş dizilmiş, arkasında imeci

İş-güç, feşellik derken, acıkmışlar çok feci

Odunlar yaş, yanmıyor; buğluyor acı acı

Sabırla beklemeyi bilebilecek miyim?

 

Nakkaş İssîn Amca’nın ballar vardı dilinde

Çekiç, keser, testere; hızar, şavul elinde

Yük taşırım diyenin kolan olur belinde!

Şu dünyânın kahrını çekebilecek miyim?

 

Çok çaltılar budadık tırmanıp tepelere

Ürpererek bakardık gökyüzünden yerlere

İner, nişan alırdık daldaki meyvelere

Dut olup gıdıklara dolabilecek miyim?

 

“Telefoncu!” derdi hep Ferhat Amca bu yüzden

Ağaçtan ağaca geçer, hazzetmezdim düzden

Gevük yakması vardı, çok hoşlanırdık güzden

Dumanını göklere salabilecek miyim?

 

Karadanoğlu İssîn, Ecişin Ömer Dayı

Hepimizde emeği, ifâde etmez sayı

Eymürlüler genelde gübürlü içer çayı

Feriköy’de dernekte kalabilecek miyim?

 

Karadanoğlu Halil; hem ses, hem görüntü net

Öğretmen Sezâi, Gülüm Ali, Esnaf Mehmet

Aytekin Kardeş Ulubey’de veriyor hizmet

Yollar yine çamur mu, geçebilecek miyim?

 

Köyde Âsım bolluğu; hepsinin dilde adı

Biri de Haydaroğlu; sessiz, sâkin yaşadı

Kimi güldü, güldürdü; kimileri ağladı

Neleri geldi-geçti; şaşabilecek miyim?

 

Meliğin Âsım Amca herkese takılırdı

Sözü ağır da kaçsa, yine hoş bakılırdı

İmamoğlu Âsım’ın şakası çekilirdi

Muhabbet meclisine düşebilecek miyim?

 

Nûriler de az değil; ilk, Boru Felek Nûri

Gılloo Osman’ın Nûri, Ganca ve İpek Nûri

Nûrân Sâlim’in Nûri; akıllı yok pek Nûri

Deli deli işlere şaşabilecek miyim?

 

Fayık Amca haşlanmış armudu çok severdi!

Âsım Dayı ne için, ona bir gumbul verdi?

Neye niyet, neye kısmet; nice sonuca erdi?

Tatlı hâtıraları deşebilecek miyim?

 

Kiraz ayı, terâvih; millet sohbete daldı

Vakittir, gelmiş-geçmiş; Hoca nerede kaldı?

Durmuş Amca ne dedi ve cemaat dağıldı?

Şâhitleri bulup da sorabilecek miyim?

 

Hekimoğlu Hasan Dayı, Hamide Yenge ile

Bağ-bahçe, inek-dana; fânî hayat bir çile

Yaşlar ileri gider; ömür geri, nâfile!

Onların yaşlarına varabilecek miyim?

 

Yol yeni açılmıştı; arabalar kayardı

Güllîk, Eminoo Uçuğu, Havus’un dik vardı

Hıdıroo Gıranı’nda, bile teker batardı!

Yürüsem çamurları yuyabilecek miyim?

 

Çıkamayan araba urganlarla çekilir

Altına çalı-çırpı; ne bulursa dökülür!

Etraftaki duvarlar, peyler, taşlar sökülür

Omuzumu kasaya öyebilecek miyim?

 

Seferber olur herkes, akıl çokça verilir!

Şeleklerle, heylerle yola gavsul serilir

Gazal-yaprak, kum-çakıl; ya zincir çıkarılır

Buz kesen ellerimi duyabilecek miyim?

 

Çarşıya gitmek için, yürürdük Abdanaaana

Otobüs vıkıç-vıkıç; dikkât et ayağına!

Çünkü, döşeme delik; taş vurur bacağına!

Böylesine gitmekten cayabilecek miyim?

 

Oraya gidene dek, köpeğe kapılmak var

Her kapı, her ocaktan önüne hopal çıkar

Çamur-çorak; çocuklar, yürümekten hep bıkar

Küçüğüm, büyüklere uyabilecek miyim?

 

Sesi vapur düdüğü gibi, Titiz vardı, bir

Semenoğlu Kemâl’in kamyonu erken gelir

Daha korna çalmadan Eymürlü’ler birikir

Kar-kış demeden binip, buyabilecek miyim?

 

Aşağıköyde Abbas Amca’nın otobüsü

Sâlim’le Yılmaz’dadır Wılliys’lerin öyküsü

Lâstik patlar, bozulur; dur-kalk, ömür törpüsü

Tabanvaya güvenip, poyabilecek miyim?

 

Bir de Çavuşoğlu’nda Tavşan Sali duyardık

Yetişmek için nâçar, büyüklere uyardık

Binip gidebilmeyi ayrıcalık sayardık

Gıcır görmeden hışır diyebilecek miyim?

 

Hepsi, hem yükümüzü, kahrımızı çektiler

“Eşek Saaabı!” misâli, nice terler döktüler

Çekildiler kenara; yoruldular, bıktılar

Helâllik dilemeden, tüyebilecek miyim?


 

 
Ağu`09
2
EYMÜR-NÂME 2
 
Eymürname  

Yorumlar(0)

O zamanlar şimdiki gibi sık sık çarşıya gitmeler söz konusu değildi. Öyle bir gelenek ve alışkanlık olmadığı gibi masraf olur korkusu da vardı. Hem imkân meselesiydi. Yollar yeni açılmıştı. Köyde pek araba da yoktu zâten. Köye günde bir iki araba ya uğrar ya uğramazdı. Buna uğramak da denmez ya! Çünkü, geldiği yer son duraktı. Köyün arabasıysa, sabah şehre gitmesi söz konusu olurdu. Başka köydense, yolcuları bırakır dönerdi.

Minibüs olmadığı gibi orijinâl otobüs de yoktu. O günlerin, civar köyler dâhil mevcut otobüslerinin çoğu kamyondan bozma ve çeşit çeşit şekillerdeydi. Yolcu taşımacılığı kamyon ya da pikap dediğimiz kamyonetlerin sırtında ve çoğu kez çıtasız ve brandasız olarak yapılırdı. Ama çok zevkliydi. Araba hızlandıkça saçlar yatar, kulaklar rüzgârın sürtmesinden dolayı şavurdardı. Bu şavurtu arasında her telden canlı müzikler icrâ edilirdi içinden geçilen köy ve mahallelere hediye olarak! Hele dar ve fındık bahçeleri arasından kıvrıla kıvrıla yokuşları tırmanmaya çalışan içi yük, çıtaları lebâleb yolcu dolu kamyonların bağıra bağıra ve de kaplumbağa hızıyla yol alışları gençler ve çocukların bir inip bir binerek vâsıta çevresinde eğlenmelerine sahne oluyordu.

Bizim evin olduğu yer, köye yolun açıldığı ilk yılların son durağı oldu yıllar boyu. Harman Boğazı adıyla evimizin hemen alt yanında bulunan bu yer çarşıdan gelecek kervanın beklendiği, arabaların kontağını kapattığı ve gelen yüklerin taşınması noktasında köy içine, evlere doğru yardıma gelinmesi için ıslıklar eşliğinde çağrıların yapılığı kavşak mâhiyetinde bir merkezdi. Belki, arabaların da rahatça dönüş sağlayabildiği yerlerden biriydi aynı zamanda. Yollarda, genel îtibârıyla iki vâsıtanın yan yana geçişebildiği noktalar çok çok nâdirdi.

Çok sonraları, gurbetlere gidip de az-çok para kazananların fındık mevsiminde köylere dönüşleri başladı. Öyle ya, sabah şehre inen, yalnızca bir defâ ve akşama doğru köye dönen vâsıtaları bekleyemezlerdi. Hem yükleri de olurdu ellerinde. Çantalar, valizler, fileler. Tabiî hepsi de dolu. İşte şimdi, farklılığın ve kendini göstermenin tam zamânıdır!

Taksiyle köye gelmek özellikle fındık mevsiminde İstanbul’dan ya da Almanya’dan tâtil için gelenlere mahsustu genellikle. Ancak, yalnızca onlarla da sınırlı değildir. Fındık mevsimi giderleri için çeşitli şekillerde, çeşitli kanallardan para temin edenler de gurbetçilere özenmekten geri kalmazlar!

O günlerde arabaların önüne kurulup başta şapka ya da foter, ağızda mutlaka sigara pozlarıyla ve taksilerin eksoz cayırtıları yanında, özellikle korna sesleriyle bol virajlı dar yolları tozu dumana katarak savrulup gitmeleri doyumsuz güzellikteydi. Bir de kol bükülüp açık camdan dışarıya doğru kapıya dayanmış hâliyle, âleme dirsek çıkarmış vaziyetleri doğrusu görülmeye değerdi!

 

Fındık ayı gelince nice ağa, bey türer

Çayı yazdırıp içen, köye taksiyle girer

Bıyığın burulması, sanma öyle çok sürer

Burnumu sokulmaktan çelebilecek miyim?

 

            Öte yandan, yazıyla kışıyla, gecesiyle gündüzüyle normâl hayat sürüp gitmektedir. Her insan ayrı bir âlem, her mahalle ayrı bir dünyâdır. Tabiat nasıl renkleriyle güzelse, toplum da çeşit çeşit ve her biri ayrı özellik ve güzellik barındıran insanlarıyla güzel. O zamanki komşularımızın hepsi ayrı bir farklıydı ve çocuk dünyâmızın sevgi kahramanlarıydılar. O zamanlar insanlar maddî anlamda bu kadar imkânlara sâhip değillerdi. Hattâ hep, bu günün en fakir insanının durumunun, o zamanın adı zengine çıkmışlarından daha iyi olduğunu söylerler. Ama, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, o zamanın insanları gönül zenginiydiler. İlgi zenginiydiler. Bizlere hep sevgilerini verdiler. Duâlarını eksik etmediler. Bağırmaları bile takılma gibiydi, esprili geliyordu bize.

 

Elide Bibi orda değnek elinde bekler

Sanki onu bir ince çubuk yapmış emekler

Hep çürümüş kaybolmuş tavanlarda derekler

Sâlih Amca dutlara çıkabilecek miyim?

 

Evlerinin önünde koca iki dut vardı

Biri ak biri kara kollarını açardı

Dalları geçenlerin önlerine sarkardı

O çağları, o tadı bulabilecek miyim?

 

Eminoğlu Dursun’u hatırlayamıyorum

Beşali İbrâhim’i birazcık tanıyorum

Terâvihte yaptığı gaydayla anıyorum

Nerde o ramazanlar, akabilecek miyim?

 

Hıdıroğlu Hasan Amca, köyün ilk sıhhiyesi

Oğlu merhum Yaşar’ın meşhurdu “Şemsiye”si

“Şemsiyemin ucu kara” berber hediyesi

Türküsünün içinden çıkabilecek miyim?

 

Ne şarkı var, ne onlar; hattâ ne de evleri

Yalan dünyâ öğütür; hem cüce, hem devleri

Gidenler gider ama, hazır mı ödevleri?

Ölmeden gerçekleri çakabilecek miyim?

 

Güllü Nene dili bol, hem eli bol kadındı

Yayla-cenik, gün-gece, ömür boyu didindi

Her fânî gibi o da, esdi, yağdı ve dindi

Keşe, depme peynire çökebilecek miyim?

 

Levendoğlu Sâlih Amca, Paşaoğlu Câfer

Pala bıyıklarını burarlardı her sefer

Kâlpleri merhametli, civanmert iki nefer

Anıları ortaya dökebilecek miyim?

 

Sâlih Amca’nın oğlu Cemil Yokuşdibi’nde

Belediye başkanı oldu günün birinde

Bir dönem ara verdi, şimdi yine peşinde

Makâmında ziyâret edebilecek miyim?

 

Orada, aşağıda bir Hacı Cemâl vardı

Köyün gülen yüzüydü, hoş şakalar yapardı

Hakkı Dayı rahmetli, o hâlle hep koşardı

Büyüklerden helâllik alabilecek miyim?

 

Külekçioğulları; çalışkanlık deyince

Bire karşı beş gerek, barışığa girince

Esme, rahmetli Ali ve Cemâl’i görünce

Kendimi ocaklara salabilecek miyim?

 

Külekçi deli Ahmet, köyün târihçisiydi

Paşoo Şavgu işinin dâim tâkipçisiydi

Zühtü Amca’ya sorsak, neyin girebisiydi?

Değirmenlerden haber çalabilecek miyim?

 

“Erzincan duman oldu, hâlimiz yaman oldu!”

Türkü gelip Eymürlü Deli Ahmet’i buldu

Kırlılılar söyletti, gözleri yaşla doldu

Beytamı’nda onları bulabilecek miyim?

 

Külekçioğlu Reşit, Koca İssîn, Ramadan

Vâdeleri yetince çekildiler aradan!

Hepsi de iyi-hoştu; rahmet etsin Yaradan

Her şeyi hatırlayıp, dökebilecek miyim?

 

İdris ve oğlu Sabri; koyun, kuzu, bağ, bahçe

Köyümüzde patoza o sâhip oldu önce

Çöloğlu Sabâhaddin nakliyeci deyince

Şu dünyânın yükünü çekebilecek miyim?

 

Mırızoğlu Sâdık, Dilsiz Sali, Eviç Âdem

Rıfat, Şemsi’nin Ali; Zihni Hoca bir âlem

Yazsa nicelerini, bilse de kara kalem

Zihnimi kurcalasam, sökebilecek miyim?

 

Fadik Bibi, Koca Âdem; Cibeliğin Ahmet

Çöloo Osman ilk balcılardan; Durmuş’a rahmet

Lâzın Sezâi her dönem, muhtarlığa namzet

Hizmet aşkıyla böyle, dolabilecek miyim?

 

Kabaklı Mahallesi, Sakarların oralar

Lâzlar, Çöloğulları; dolu dağlar, dereler

Süleyman Arslantürk’te köyde ilk çerçeveler

Peteklerin yanında kalabilecek miyim?

 

Kardeşi Lâzın Ahmet, soyadı Atasoy’du

Sakar Ekrem’i ecel genç yaşta yola koydu

Asiye Nine söyle, kim bu dünyâya doydu?

Kulüben neredeydi, bilebilecek miyim?

 

Sakarlar Şuayıp’tan, Karakulaklar’danmış

Eymür’ün ya havası, ya suyuna dadanmış

Arada köprü de yok, hâlâ da yapılmamış

Diyelim şimdi olsa, gidebilecek miyim?

 

Ahmet’in oğlu Gâzi, gitti Almanya’lara

Rüstem burada, Nüfer’i uydu kampanyalara

Ses verirdi düğünler Eymür’de kayalara

Şimdiki saçakları delebilecek miyim?

 

Eymür’de iki yerde vardır Lâzoğulları

Çöloğullarına komşu, Ellezoğulları

Şimdi birçoklarımız, köybilmezoğulları!

Taşını-toprağını öpebilecek miyim?

 

Çöloğlu Sâlih Amca, Hint horozuyla meşhur

Hem tüm Ordu çapında tanınmış, duyulmuştur

Bir dövüş duyar-duymaz, yollara koyulmuştur

O manzaralara şimdi gülebilecek miyim?

 

Latif Emmi latîfdi, duygulu bir yürekti

Hakkı Dayı bağ-bahçe, hem kazma hem kürekti

İmamın Âsım Dayı herkesle bal-börekti

Muhabbet sofrasına dalabilecek miyim?

 

Fettah’ın Âdem Amca, beyefendi, şehirli

Yetim Sâlih Dede’nin anlatışı seyirli

İsmail Kahraman’ın dili tatlı, sihirli!

Yine ağızlarına bakabilecek miyim?

 

Anga Kemâl Amcamız Bornova’da askerdi

Attı, tuttu, yaşadı; varlığını gösterdi

Ne kendi, ne ev kaldı; dünyâsı sona erdi

Boyda-posda emsâli görebilecek miyim?

 

Unutmak olur mu hiç, Karabey Dedemiz’i!

Kıranlardan savrulur; at, katır dizi dizi!

Ne ağaçta, ne yerde bırakmamıştır izi

Taylarla, kulinlerle sekebilecek miyim?

 
Ağu`09
2
EYMÜR-NÂME 3
 
Eymürname  

Yorumlar(0)

Nâzım Amca, Hatun Yenge, bir de Rahmi vardı

Fındık vakti çocuklar alt, üst kaynaşırlardı

Avni Amca didinir, hep bir şeyler yapardı

Harmanda bal armuttan dökebilecek miyim?

 

Ayşe Annemiz varmış; gerçek hanımefendi

Hayâtın cilveleri onu genç yaşta yendi

Ne mutlu ki ardından güzel şeyler söylendi

Kader deyip boynumu bükebilecek miyim?

 

Ağa kızı, okumuş; hem zengin, hem şehirli

Dedem atlı, silâhlı; köylü ama seyirli

Dil dökmeyi biliyor; kelimeler sihirli

Köydür, yayladır; gidip, gelebilecek miyim?

 

Kaçıp gitmiş kaç kere çekilecek çileye

Sevgi-saygısında hiç yer vermemiş hîleye

Almışlar, yine kaçmış, dönmemiş âileye

Her şeye rağmen sebat edebilecek miyim?

 

Çekmiş sayısız mihnet; görmemiş kadr ü kıymet

Aşk demiş düşmüş yola, yaşamış bir kıyâmet

Hiç olmazsa kabrinde, gülsün Rabbim, rahmet et

Bilmem orda elini öpebilecek miyim?

 

Nûri Ağa yukarda, yaman Gümüşhâneli

Yardım sever, hem cömert; halka açıkmış eli

Cennet Ana Kur’an’lı, dâim duâda dili

Fânîlerin kahrını çekebilecek miyim?

 

Mınık Mustafa Amca, Homurtlak Sâlih Dede

Bitirdiniz işleri, yolları gele-gide

Tıkıloğlu Sâlim Amca vardı orda bir de

Resimlerini görsem, sökebilecek miyim?

 

Mürseloğlu Mehmet Amca her işlere koşardı

Çalışkan, güleryüzlü; dere-tepe aşardı

Hizmet etmeyi sever; kanatlanır, coşardı

Öldüren töreleri yıkabilecek miyim?

 

Çeşmek gibi gittin de su aldın mı çeşmeden?

Naylon çekebildin mi, çecde kayıp düşmeden?

Sofra işi bitti mi, ayranda gülüşmeden?

Ağzımı zaptederek kalkabilecek miyim?

 

Orman gülü avusun gördüm Tâlib’in dağda

Sarı, gara baldıcan bulunurdu her bağda

Kabaktan arabalar yürütürdük o çağda!

Akasya çiçekleri takabilecek miyim?

 

Kaldığım günler oldu dutların dal ucunda

Az mı kaydık, düştük dağların yamacında?

Kiraz dalda olurdu, yoğurtlar bakracında

Toprağa soya, kürül ekebilecek miyim?

 

Sakartaş bir eyâlet;davul-zurna şenlik var

Havalar uygun adım;sanma senlik-benlik var

Dostluk var, ahbaplık var;muhabbet,yârenlik var

Eymür Tepesi’ne yol bulabilecek miyim?

 

Derler kendilerine; Şâbanbeyoğulları

Çalarlar zurnaları, vururlar davulları

Kimi gurbeti seçti, yüklendi bavulları

Ben hep böyle burada kalabilecek miyim?

 

Kahramanoğlu Hâlis, Şâban ile Süleyman

Sırayla hepsini de alıp götürdü zaman

Beride Kara Mehmet, daha nice Kahraman

Herkesleri kaleme dökebilecek miyim?

 

Dobuç Ali derlerdi, hangi arada gitti?

Durmuş ile Ârif’in eceli önce yetti

Cemil Âbi kapağı İstanbul’lara attı

Onun gibi tesbihler çekebilecek miyim?

 

Sigara dumanları tıkadı nefesini

Oğlu Remzi Amca’nın tanımadım sesini

Tabakası Cemil’de, yakıyor lülesini

Dumanının altında çökebilecek miyim?

 

Şâban’ın Abdullâh’ı yaşıyor köşesinde

Gamı-kasaveti yok, hayâtın neşesinde

Muhabbet yaprak açar; dutunda, meşesinde

Sohbet çınarlarına çıkabilecek miyim?

 

Kara Mehmed’in Mecit, köyün kabadayısı

Mâcerâları çoktur; belli değil sayısı!

Yan bakar, hiç korkmadan; ne kurdu, ne ayısı!

Bir kapıdan dört kişi sökebilecek miyim?!

 

Dal ucunda bir kiraz, görmeye görsün hele!

Derler ki, bir tek taşla düşürür onu yere

Tam bir Eymürlü’dür o; bıçkı, nacak, kösere

Arı kovanlarına bakabilecek miyim?

 

Kahramanoğlu Sâdık, gitti Bökelek’lere

Renk ayrı, desen ayrı; bakın kelebeklere

Bökeleyen hayvanlar gong vurur keleklere!

Önünü almak için sekebilecek miyim?

 

Poşu Dursun, Gamuun Dursun ve Kös’oğlu Dursun

Hacı Danacı Dursun, bir de Çüşlüğün Dursun

Kalaycılık yapardı, merhum Höşülün Dursun

“Dursun, Dursun” denirken durabilecek miyim?

 

Yılların Eymürlü’sü İstanbul’da can verdi

Hep köyünde yaşarken, orda ölür kim derdi?

Fikir Teyze beyini kucağında gönderdi

Salavâtlı, duâlı gidebilecek miyim?

 

Mısır tarlalarında çok bostan kovaladık

Ateşlim, mendil kapma; kadro çok kalabalık

Gece ay ışığında az mı çötre oynadık?!

Çalılar, çortlar yığıp yakabilecek miyim?

 

Dev kiraz ağacıyla hatırlıyorum onu

Her fânî gibi o da, yaşadı; geldi sonu

Eminoğlu Mustafa, elinde hep bastonu

Hayâllerine selâm çakabilecek miyim?

 

Sülâlesi bir sürü, her biri ayrı âlem

Kader Ali Amca’nın üstüne çekti kalem

Sabırlar dileyelim diğerlerine mâdem

Başa gelince ben de çekebilecek miyim?

 

Dursun-Ayşe çiftinin sonları kurşun oldu

Kazâ-kader gerçeği onları böyle buldu

Sâlih, Bâki, Şükrü’nün gözleri yaşla doldu

Tesellî yüzlerine bakabilecek miyim?

 

Dursun Amca, Havse Ana, bir de oğul Halil

Günâlara keffâret; işte çileler delil

Akar sazda çeşmesi, sızlanır melil melil

Şırıl şırıl sulardan içebilecek miyim?

 

Orbuz Kâni Usta’yı ecel buldu Çaka’da

Kendi yaptığı kazâ, götürdü o dakkada

YâRabb, yakınlarıyla buluştur Sen ukbâda

Rasûlün civârına göçebilecek miyim?

 

Meliye Yenge gitti, susuverdi kelekler

Çiçekleri kurudu, şaşırdı kelebekler

Ahır köşelerinde küf tutuyor şelekler

Harmanlarında mısır görebilecek miyim?

 

Köpeği Keyzi bile ağladı gidişine

Şimdi varıp da kimin, takılacak peşine?

Kuşlar nağme katardı muhabbet edişine

Güzel günlere kanat vurabilecek miyim?

 

Kekil’in Mehmet Ali, beli bükük çınardı

Hasan Amca rızkını kaşda, purda arardı

Çizmeli Sâit Amca, boyda rekor kırardı

Dünün sayfalarını açabilecek miyim?

 

Bayramın Hilmi Amca, Ankara’da yaşıyor

Ali Amca gurbeti yetimlerle taşıyor

Kadir Paşa, kamyonla köy-yayla dolaşıyor

Kırtıllı tepeleri aşabilecek miyim?

 

Kalyon Ahmet’le Mehmet, bekler değirmeninde

Ne onlar, ne değirmen; yeller eser yerinde

Osman Ulusoy Amca, arı peteklerinde

Derelerden Şayıb’a geçebilecek miyim?

 

Taş dönerken izlemek heyecanlı bir şeydi

Üst taraf ahşap oluk, altı çark pervâneydi

Taş döner, un savrulur; manzara şahâneydi

Fotoğraf olsa, paha biçebilecek miyim?

 

Karadanoğlu Âdem, hep sevgiyle bakardı

Hayriye Nine’mizin dilinden bal akardı

İbrâhim Amca camda tabakayı yakardı

Dumanıyla göklere uçabilecek miyim?

 

Kamyoncu Osman Amca, kardeş Bâki yan yana

Ordu’nun nüfus işi sorulmalı Hasan’a

Hüseyin şoförden çok bandir çocuklara

Dedeleri için el açabilecek miyim?

 

Korucu’nun Tevrat’ın, gelir öksürük sesi

Paket üstüne paket, elbet zorlar nefesi

Muhabbeti çekilir, yerindedir neşesi

Mezarlıkta taşları seçebilecek miyim?

 

Abbas Amca, dükkânda boyalı kalem var mı?

Kâni Âbi, bu lâstik, ayağıma uyar mı?

Şu mantar tabancası, mantarları yakar mı?

Akide şekerleri yutabilecek miyim?

 

Mehmet Ali Dede’miz, Şeker Teyze, Ramadan

Kendi hâlleri üzre çekildiler aradan

Zararsız insanlardı, rahmet etsin Yaradan

Dar yoldan dedemgile geçebilecek miyim?

 

İkibin dört, mart ayı, Mehmet’leri de gitti

Ne zamandır hastaydı; yandı, eridi, bitti

Altun Yenge, Muammer, Râşit nasıl sabr’etti?

Yetimlerine kucak açabilecek miyim?


 

 
 
  2010` da 18186 ziyaretçi burdaydı! COPYRIGHT - Erdem Pala  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol